Yeni bilimsel çalışmaların tamamlanması ile gündeme taşınan konuların sonuçları bazen kafamızı karıştırmaktadır. Son günlerde bunlardan iki tanesi yeniden alevlenmiştir. Birincisi antioksidandan zengin olan günlük içecekler konusu; yeşil çay mı, siyah çay mı, kahve mi antioksidan bakımından zengin. İkincisi cep telefonlarının kanser riskini artırıp artırmadığı.
Bilimsel olarak defalarca yeşil çayın siyah çaya bir üstünlüğü olmadığı ispat edilmesine rağmen, haberin magazinleştirilmesi ve ticari yönü her zaman yeşil çayın antioksidanlardan daha zengin bir içecek olduğu kanısını güçlendirmiştir. Oysa çayın harmanlanması (yani siyah çay) antioksidan bakımından hemen hiçbir kayba neden olmamaktadır. Hele ki ülkemizde güçlü bir kültürü olan siyah çayın yeşil çaydan hiçbir geride kalır yanı olmamasına rağmen- antioksidan özelliklerinin bahsinin geçmemesinin iki ana nedeni vardır; birincisi zaten bolca tüketilen bir içeceğin önerilmesinin hiçbir haber değeri yoktur, ikincisi, hiçbir ticari değeri yoktur. Her iki çay arasındaki fiyat farkı hepimizin malumudur. Bizim önerimiz, çocuklar (bağırsaklardan demir emilimini azalttığı için) ve yaşlılar (uyumayı zorlaştırdığı için) hariç herkesin arzusu kadar siyah çay içmesinin hem kültürel hem de sağlık açısından olumlu bir davranış olduğudur. Yeşil çay içmenin elbette bir sakıncası veya kötü tarafı yoktur, ancak siyah çaya bir üstünlüğü de bulunmamaktadır. Sadece siyah çaydan elde edeceğiniz sağlık faydalarını daha yüksek bir bedel ödeyerek elde etmiş olursunuz. Benzer bir tartışma kırmızı şarap ile üzüm suyunun yararları ile ilgili de yapılmıştı. Sitemizde birkaç hafta önce bu konuya değinilmiş ve asıl yararlı olanın üzüm suyu olduğu ama bir ticari değeri olmadığı için şarabın öne çıkarıldığı ifade edilmişti.
Kahve konusuna gelince; daima hatırlanması gereken bir gerçek şudur ki; belirli bitkiler genetik bilgilerini (yani DNA'larını) korumak için tohumlarında koruyucu maddeler (örneğin antioksidanlar) biriktirirler. Bu durum karpuzun çekirdeği, üzümün çekirdeği için geçerli olduğu gibi kahvenin çekirdeği için de geçerlidir. Bu maddeler öncelikle o bitkiye ait tohumun yeni bir bitki oluşturma yeteneğinin kaybolmaması içindir. Dolayısıyla adeta yeni bir bilgiymiş gibi bunun kamuoyuna sunulmasının bir anlamı yoktur. Evet kahve de antioksidan bakımından zengin olabilir ancak çayla karşılaştırılmamalıdır. Çay başka pek çok yönden (örneğin kan basıncına etkisi, böbreklere etkisi vs.) kahveden üstün bir içecektir.
İkinci konu cep telefonlarının kanser riskini artırıp artırmadığı konusudur. Bu konu her yeni yapılan çalışma ile daha da karmaşık hale gelmektedir. İnsanoğlunun kansere yakalanma riski yaşlanma ile artmaktadır. Bunun asıl nedenlerinden bir tanesi, hücrelerimizin genetik bilgisi olan DNA'larında biriken ve tamir edilemeyen hasarlardır. Buradan anlayabiliriz ki, kanser üç-beş gün içerisinde gelişen ve insanın ömrü boyunca bir enfeksiyon hastalığı gibi çok defa geçirdiği bir hastalık değildir. Dolayısıyla cep telefonu kullanan insanları belirli bir süre takip edip, bu kişilerde kanser riskinin artmadığını göstermek, cep telefonlarını aklamaya yetmez. DNA hasarına katkıda bulunan tüm faktörler aslında kanser riskine katkıda bulunuyor demektir. Kanserin bir numaralı suçlusu ve en güçlü kanser nedeni olan sigara bile (ortalama günde 20 adet içilmesine ve içerisinde binin üzerinde zararlı madde barındırmasına rağmen) kısa sürelerde kansere neden olmamaktadır. Dolayısıyla radyasyon yaydığı ve beyne çok yakın kullanıldığı için kanser riskini artırabileceği iddia edilen cep telefonlarının zararlı etkilerini kısa zaman dilimlerinde gözlemlemek imkan dahilinde değildir. Burada önemli olan, cep telefonu kullanma amacı ve ahlakıdır. Hayatı ciddi anlamda kolaylaştıran bu aletin gerektiği zaman gerektiği kadar kullanılması elbette kaçınılmaz. Ancak saniyenin dilimleri içerisinde milyonlarca işlem yapan sinir hücrelerimizin dibinde çok uzun süreli bir radyasyon kaynağı tutmak pek hoş değildir. Cep telefonunun kanser riskini artırıp artırmadığı uzun seneler sonra gerçek yanıtını bulacak bir sorudur. Ancak yine de beyinlerinin gelişimi devam eden çocuklarımızdan mümkün olduğunca uzak tutulmalıdır.
Yorum Yap
Misafir olarak yorum yapıyorsunuz. Giriş Yap
Yorumunuzun kontrolden geçtikten sonra yayınlanacaktır.